İLETİŞİM FORMU

İletişim Formu

Psikolojik yardım talepleriniz için görüş almak için benimle iletişime geçebilirsiniz.

İletişim Formu

Baba-Çocuk İlişkisi

Özellikle okul öncesi yaştaki çocukların gelişiminde ailenin ve yakın çevrenin önemi, katkısı çok büyüktür. Gelişen toplum ve kadının onun içinde değişen durumu ile birlikte çocuğun hayatında etkili ebeveyn olma tartışmalarında babanın da 20. yüzyılın büyük bir bölümünde farklı algılanan rolü değişmeye uğramaya başlamıştır. Artık annelerin evin dışında çalışmaları ve doğumdan kısa bir süre sonrasında iş yaşamına geri dönmek zorunda kalmaları babaların çocuğun hayatında sadece “ekmek parası kazanan” kişi olmaktan daha başka sorumluluklar almasına, çocukla yakınlaşmasına ve çocuğu yetiştirme sorumluluğunu paylaşmasına neden olmaktadır. 

Baba çocuk ilişkisi, babanın çocuğun gelişimi üzerindeki rolü ve yapması gerekenler, herkes için farklı anlamlar taşır. Baba, kimi görüşe göre otorite sembolü, kimi görüşe göre koruyucu, kimi görüşe göreyse ihtiyaçları karşılayan aile büyüğüdür. Bazı yörelerimizde babanın çocuğuna sevgi göstermesi, onu kucaklaması ayıp kabul edilir. Bazı babalar, çocuklarıyla ilgilenmesi gerektiğini düşünmez, bazısı, “çalışıyorum, para kazanıp istediklerini alıyorum benden daha ne bekliyor?” gibi bir tutum içindeyken bazı babalarsa çocukları için ellerinden gelen her şeyi yapmak isterler.

Bebek daha anne karnındayken baba adayının eşine verdiği destek, hem annenin sağlığını ve ruhsal durumunu hem de bebeğin gelişimini olumlu etkiler. Doğuma katılan ve doğumdan sonra bebeklerine dokunan, onu kucaklayan babaların çocuklarıyla daha sıcak bir ilişki kurdukları, bebek bakımına katkıda bulundukları ve bu sıcak ilişkinin o büyüyünce de devam ettiği bilinmektedir (Maxvell).

Çocuğun doğumundan sonraki ilk yılda anneyle olan ilişkisinin önemi, babanın rolünü azaltır. Ancak ikinci yıldan itibaren artık babanın da önemi artmaya başlar.Babanın varlığını fark eden çocuk,annenin sadece kendisine ait olmadığını,annenin kendisinden başkalarıyla da ilgilendiğini görür ve bu durum bir iç çatışmaya bağlı olarak onda huzursuzluk ve sıkıntı hali doğurabilir.

15-16 yaş ergenlerini inceleyen Bronfenbrenner,kız ve erkeklere farklı tavır takınan ebeveynin baba olduğu sonucuna varmıştır.

…………………………………………………………………………………………

Kız ve erkeklere uygun oyuncakları sınıflandırma konusunda da,babaların annelere nazaran daha katı oldukları,ebeveynle yapılan görüşmelerden çıkarılan bir diğer sonuçtur. …………………………………………………………………………………………

Babaların yaşamın ikinci yılında erkek çocuklarıyla daha yakın ilişkiye girdikleri, özellikle yakınlaştıkları ileri sürülmüştür.Bunun en büyük nedeni,2 yaş çocuğunun sergilediği davranışların birçoğunun,babaların’’gerçek bir erkek ‘’kavramına daha yakın olmasıdır.Böylece babaların oğullarıyla daha erken özdeşleşmeleri ve kendilerini onlara daha yakın hissetmeleri sonucu doğmaktadır (Yavuzer,1989,s.19-23).

Yapılan araştırmalar baba-çocuk ilişkisinin,anne-çocuk ilişkisinden farklı olduğunu göstermektedir. Bu farklılıklar şunlardır:

• Ev işleriyle ilgili olan görev dağılımındaki farklılıkların gözlenmesi sonucunda 3 yaş dolaylarında çocuklar ev işlerinin cinsiyete göre dağılımı olduğunu fark etmeye başlarlar. 

• Araştırmalar,annelerin daha çok bebeğin bakımıyla,babaların ise daha çok bebekte fiziksel uyarıcıya neden olan çeşitli oyunlar oynamayla ilgili olduğunu göstermektedir.Anne babanın davranış tipindeki bu farklılığa bağlı olarak da bebeklerin babalarından gelen oyun oynama isteğine,annelerinden gelene oranla daha olumlu tepkide bulundukları görülmektedir. 

• Çocuğun gözünde baba daha çok; disiplini sağlayan,geleceği planlayan, ev dışındaki dünyayla etkileşimde bulunan kişiyken,anne;ailenin bütünlüğünü koruyan,kişilerarası ilişkileri düzenleyen bir birey olarak yer alır. 

• Babalar daha çok çocuğun eğitimi, ahlaki kişisel değerleri, fiziksel güvenliği ile ilgilenirken, anneler ise duygusal uyumları,mutlulukları ve endişeden kurtulmalarıyla ilgilenirler (Güngörmüş,1992,s.242).

Kızlarıyla olan ilişkiden çok farklı olarak,anneler oğullarına başarı yolunda tam destek verirler.Erkek çocuk başardıkça,kız çocuk ise aileye bağlılık ve duyarlılık gösterip,özveride bulundukça annenin sevgi ve takdirini elde eder.Böylelikle erkek benliği,sürekli yakın ilişki duyarlılığının dışında,güç ve rekabet oyunları içinde gelişir.Bu öğretiye,babanın oğlunda görmek isteği’’erkeksi’’davranış beklentileri eklenince erkek çocuklar sağlıklı bir yakın ilişki yaşamayı ve duygu alışverişi içinde bulunmayı kızlar kadar iyi öğrenemez veya bunu göstermek erkeksi bir davranış olmayacağı için pek cesaret edemezler (Navaro,1996,s.131).

Ailede Babanın Rolü

Babalar ve çocuklarla ilgili son çalışmalar,babanın davranışlarının,annelerin davranışlarına benzediğini göstermektedir.Onlarda annelerin çocuklarına gösterdiği;öpmek,dokunma gibi  davranışlarda bulunmakta,hatta annelerden daha etkin ve canlı olarak çocuklarıyla etkileşimde bulunabilmektedir.Yeni doğan bebeklerine de annelerden daha çok işitsel ve fiziksel tepki vermektedirler.Ayrıca çocuklar ile daha çok konuştukları, daha çok emir ve direktif verdikleri,daha çok işlevsel bilgi vererek,çocukların görev bilincini pekiştirdikleri saptanmıştır.Babanın varlığı ve çocuğun babası ile kurduğu ilişkiler,annesi ile olan ilişkilerine yeni bir değişiklik ve çeşitlilik olarak girer.Çok iyi sosyalleşmiş bebeklerin anne ve babalarının her ikisiyle birlikte güvenli sevgi bağları bulunur.Özellikle erkek çocukların toplumsallaşmalarında baba rolünün daha önemli olduğu görülmüştür.İlk otorite anne olmasına karşın,çocuğun yavaş yavaş oluşturduğu değerler sisteminin ve düşüncelerinin kaynağı geniş ölçüde babadır (Dönmezer,1999,s.34).

Babanın hayatta olmadığı ,ya da uzun süreliğine evden uzak kaldığı ailelerde cinsiyete uygun davranışlarda bazı aksaklıklar olabileceği beklenebilmektedir.

Baba ayrılığı beş yaşından önce olmuşsa olumsuz etkiler daha şiddetli bir şekilde ortaya çıkmakta, ergenlik öncesinde belirti vermektedir. Erken yaşta baba yoksunluğu yaşayan erkek çocukların ciddi düzeyde sözel saldırganlık daha düşük düzeyde fiziksel saldırganlık ve bağımlı davranışlar gösterdikleri sportif etkinliklerde daha az meşgul oldukları ve cinsiyet rolü sapmaları gösterdikleri saptanmıştır. Ayrıca bu durum erkek çocukların bilişsel gelişim ve öz denetimlerinde de olumsuz etkilere neden olmaktadır. Babalar erkek çocuğuna ahlaki değerleri kazandırmada da önemli bir figürdür ve baba yokluğunun erkek çocukların ahlak gelişimi üzerinde olumsuz etki yaptığı bilinmektedir (Temel ve Aksoy, 2001, s.40-81).

Baba ailede otoriteyi simgeler ve babanın aileden uzun süre uzak kalması otorite yokluğunu ortaya çıkarır. Otorite yokluğu ya da yetersizliği gençleri üç tepki biçimine yöneltir . Bunlar; karşı koyma , taklit , ödünlemedir. Karşı koyma tepkisi bağımsız bir kişilik geliştirme eğilimini ortaya çıkarır.Zaten bu tepki oluşmazsa sonucu olgunlaşmamışlık olur. Çocuk baba otoritesinden yoksun olduğu zaman başka 

bir engel arayışına yönelir bu da çoğu zaman örneğin hırsızlık gibi yasal bir engeli aşma biçiminde olur. Aile tabularını yıktıktan sonra çocuk karşı koyma tepkisinin devamı olarak taklit tepkisini geliştirir. Ardından da ödünleme tepkisiyle genç kişiliğini ve güven duygularını açıklama olanağı bulur. Babaları yurt dışında çalışan işçi çocukları üzerinde yapılan bir araştırmada çocukların babalarında ayrı kaldıkları süre içinde en fazla;  karşılaştıkları sorunların üstesinde gelememe ve bu sorunları babalarıyla tartışamama, kendilerini soyutlanmış ve yalnız hissetme, annenin görev ve sorumluluklarının artması görülmüştür.

Baba otoritesinin ailede uzun süre eksik olduğu ve ailenin yeniden birleşmesi durumunun da olumsuz sonuçlara yol açtığı görülmektedir. Babasından erken yaşta ayrılanların genelde akademik olarak başarısız oldukları, geç ayrılanların ve babasıyla az birlikte olan çocukların ise çoğunlukla sınıf ortalamasının altında başarı gösterdiği saptanmıştır. Yani baba başarıyı güdüleyici bir işlev görür (Dönmezer,1999,s.44).

Babanın Çocuğun Psiko-Seksüel Gelişimi Üzerindeki Etkileri

Freud’un psikoanalitik gelişim kuramında  sıraladığı dönemlerden ‘’fallik dönemde’’oluşan ve babasını öldürdükten sonra annesiyle evlenen Teb kralından adını alan,’’Oedipus Karmaşası’’karşı cinsten olan ebeveyne karşı cinsel duyguların,hemcinsi olan ebeveyne de düşmanca duyguların oluşmasıyla belirlenir.Üç beş yaşları arasında görülen bu dönemde,erkek çocuk babasını devreden çıkararak,annesine sahip olmak,kız çocuk da babasına yakınlaşmak ister.Erkek çocuğun annesine yönelik cinsel duygular,babasıyla ilişkilerinde çatışma yarattığı için, bu dönemde babasını cezalandırıcı tutumlarından, onu rakip olarak gördüğü için etkilenir.Kendisini kıskandığını düşünen babasından gelecek cezanın,cinsel isteklerinin merkezi olan organlarına yöneleceğini bekler ve babasının kendisini cinsel organlarından yoksun bırakacağından korkar.Ortaya çıkan bu hadımlık korkusu,babaya yönelik düşmanlık duygularının bastırılmasına ve paralelinde babayla özdeşleşmesine yardımcı olur.Kız çocukta ise ilk sevgi nesnesi olan annenin yerini giderek baba alır.Erkeklerde kendisinde bulunmayan farklı bir organın varlığını fark etmesiyle bir eksiklik duygusu yaşar ve bu durumdan annesini sorumlu tutar.Sevgisini,bu farklı organı paylaşmak istediği babasına yöneltir (Geçtan,1992,s.76-77).

Baba özellikle erkek çocuğun maskülen davranışları kazanması açısından en önemli faktörlerden biridir.Erkek  çocuk,maskülen davranışı babası ile özdeşleşerek ve onu taklit ederek kazandığından, baba yoksunluğu veya yokluğunda çocuğun cinsel kimlik

gelişimi bundan olumsuz etkilenebilecektir.Özellikle de baba yoksunluğunun yaşamın ilk yıllarında olması erkek çocukları daha da ciddi boyutlarda etkileyebilmektedir.Babasız çocukların, babası olan çocuklara kıyasla daha bağımlı, daha az saldırgan, akran ilişkilerinde daha zayıf ve ahlaki yargı açısından daha az gelişmiş oldukları, okul başarılarının düşük ve daha az bir maskülen kimliğe sahip oldukları görülmektedir.Baba yoksunluğunun kızlar   üzerindeki etkisi de;kız çocuklar 

babalarını gözleyerek ve onlarla etkileşimde bulunarak karşı   cinse nasıl tepkide bulunacaklarını öğrenecekleri  için, erken adolesan döneminde bu eksikliği yaşadıkları açık bir şekilde görülebilir (Güngörmüş,1992,s.246).

Erkek egemenliğinin başlangıç evresini, Freud,’’ilk-baba sürüsü yazısında şöyle anlatır.

İlk baba kendi soyunun başında astığı astık,kestiği kestik bir despottur.Kadınlar asla sözünden çıkmaz;topluluktaki diğer erkekler onun sözünü harfi harfine yerine getiren oğullar gibidir,zayıf kişilerdir hepsi;bu özellikleriyle adeta ele geçirme gücünü gösteremezler.Gerçek anlamda bir sürü içgüdüsü topluluğu avucunda tutar,yani topluluğun bütün üyeleri başlarındaki kişiye bir daha kopmamacasına bağlı bulunurlar.Ama yine de bir gün gelip,iktidara susamış’’oğullar’’ilk-babalarını katleder.Söz konusu eyleme önayak olan kadın,oğulları tarafından aynı şekilde ele geçirilmek istenirse de,sonunda sessiz sedasız bir anlaşmaya uyar hepsi,oğullar babalarının sınırsız otoritesine sahip olmaktan vazgeçmeyi yeğlerler.Bir kardeşler topluluğu kurulur derken ve topluluk erkeklerin egemenliği elde bulundurduğu daha sonraki devletlere örnek olur.Kadına gelince,yukarıda anlatılan gelişim sonucu otomatik olarak yine en başta anne rolünü üstlenir,zorba ilk-babanın elinden yakasını kurtarmıştır çünkü (Graber,1996,s.23).

Babayla kız arasındaki yasak seviye anneyle oğul arasındaki yasak seviden daha sık rastlanır.Böyle ilişkilerde baba daha aktif rol oynamakta ve cinsel isteklerinin doyumunda kızının güçsüzlüğünden yararlanmaktadır.Genelde bu durum anne baba arasındaki ilişkinin bozukluğundan ve annenin olaya karşı koyacak gücünün olmamasından ileri gelir.Kızıyla böyle ilişkide bulunan babanın  çoğunlukla,despot,alkolik,psikopatik kişiler olduğu görülür.Bazen de bu duruma karşıt bir şekilde,babanın istemesine karşın,kızı tarafından baştan çıkarıldığı durumlarda olur.

Myrha’nın öyküsünü anlatan Apollodor, onun on iki gece kimliğini gizleyerek babasını ziyaret ettiğini ve babasıyla cinsel ilişkide bulunduğunu anlatır.Sonunda aldatıldığını öğrenen baba kılıcını çekerek kızının peşine düşer.Myrrha’yı kurtarmak isteyen tanrılar da onu bir ağaç-ana simgesi haline dönüştürürler.Aynı şekilde Lut’un kızları da kendi babalarını baştan çıkarır,ilkin babalarını sarhoş duruma sokar,sonra geceleyin babaları tarafından tanınmaksızın onun yatağına girer,onunla yatar, ondan çocuk edinirler.Mitlerden daha çok söylencelerde,masallarda ve edebiyatta babayla kız arasında sevi ilişlilerine tanık olmaktayız (Graber,1996,s.83).

Küçük çocuklar için ebeveynleri ilk ve tek otoritedir.çocuklar küçük yaşlarda kendi hem cinsi ebeveyni gibi olmak ve onun kadar büyük olmak arzusunu taşırlar.Ancak zihinsel gelişime paralel olarak,ebeveyninin ait olduğu kategoriyi yavaş yavaş keşfetmekten kendini alamaz. Başka ebeveynlerle,kendininkini kıyaslamaya başladığında onlara atfettiği,eşsiz nitelik konusunda kuşku duymaya başlar.Ayrıca bu gelişim süreci esnasında çocuğun yaralandığı,ebeveyninin sevgisinin tamamını alamadığı ve kardeşleriyle paylaşmak zorunda olduğu için üzüntü duyduğu sayısız olay gerçekleşir.Kendi sevgisine tam olarak karşılık verilmediği duygusu çoğu kez daha sonra bilinç düzeyinde hatırlanan bir üvey evlat düşüncesinde dile gelir.Ancak bu düşünce cinsiyete göre farklılık gösterebilir.Erkek çocuk babasına karşı düşmanca 

dürtüler beslemeye annesine olandan daha fazla eğilimlidir ve babasından kurtulma arzusu,annesinden kurtulma arzusundan daha güçlüdür (Freud,1997,s.213).

KAYNAKÇA

DÖNMEZER,İ.(1999).Ailede İletişim Ve Etkileşim.İstanbul:Sistem Yayıncılık.

FREUD,S.(1997).Cinsellik Üzerine.Ankara:Öteki Yayınevi

GEÇTAN,E.(1992).Çağdaş Yaşam ve Normal Dışı Davranışlar.

İstanbul:Remzi Kitabevi .

GRABER,G. (1996). Kadın psikolojisi.İstanbul:Cem Yayınevi.

GÜNGÖRMÜŞ,O. (1992). Ana- Baba Okulu.İstanbul:Remzi Kitabevi.

NAVARO,L. (1996). Tapınağın Öbür Yüzü.İstanbul:Varlık Yayınları.

YAVUZER,H. (1989). Ana-Baba ve Çocuk.İstanbul:Remzi Kitabevi.

MAXVELL(t.y).Çevrimiçi.http://www.rehberogretmen.biz/baba-cocuk-iliskisi/ Erişim Tarihi.20.06.2009

ÖZLEM ÖZDEN TUNCA

İlgili Diğer İçerikler

Okullar açılıyor
3 Eylül 2024

Okullar açılıyor…Bazı çocuklar ki bunlar şanslı olanlar, bir okul öncesi eğitim kurumuna, bazıları da ilkokula başlayarak ilk kez “okul” denen bir yapılanmayla karşılaşacaklar. Ve tabii aileler de onlarla birlikte yaşamlarında ikinci kez okula başlamış olacaklar. Ebeveynlerin kendi okul yaşantıları, başarıları, başarısızlıkları, elde edebildikleri, istekleri, erteledikleri, elde edemedikleri vb. gibi hepsi çocuklarının okula başlama süreçlerini direkt veya dolaylı olarak etkileyecek. Çünkü somut sözlerimizle olmasa bile, küçücük bir mimiğimiz bile onların eğitim yaşantısının tümünde etkili olabilecek. Bu yüzden; çocuğumuz anaokuluna (yuvaya, kreşe) veya ilkokula başlarken ebeveyn olarak bazı noktalara dikkat etmemiz çok önemli. Çocuğunuz ilk kez bir okul öncesi eğitim kurumuna başlıyor ise;…. Kendisi için önemli olan birinden ayrılmaya tepki genellikle 6.aydan sonra kendini gösterir. Normal olan ayrılık kaygısı 18 aylık iken doruğa yükselir ve 5 – 6yaş civarında kaygı düşer.3 yaş civarında çocuğun ayrılmayı mantıksal olarak algılama kapasitesi gelişmeye başlamış ve ayrılığın geçici olduğu yani ayrıldığı kişinin (örneğin annenin) belirli bir süre sonra tekrar geleceği fikri yerleşmiştir. Kültürel farklılıklar ve  ebeveynin çocuk yetiştirmeyle ilgili bakış açısı ayrılma kaygısının gelişiminde rol oynar. Çocuğun anneyle çok yakın, fiziksel yakınlığının desteklendiği, çoğunlukla annenin, çocuğun bakımını üstlendiği ve aile dışından kişilerle iletişimin az olduğu ailelerde ayrılmaya gösterilen tepki daha erken olur ve bu durum daha yoğun yaşanır. Ayrılma kaygısı çocuğun bağlandığı ebeveynden (genellikle anneden) ayrıldığında yaşından beklenenden fazla bir kaygılanma gösterdiğinden problem sayılmaktadır Problemli bir ayrılma kaygısı yaşayan çocuk; Evden ya da anneden ayrıldığında sosyal olarak geri çekilme, konuşmama, konsantre olamama, Ayrılma sırasında şiddetli öfke gösterip, ayrılmaya zorlayan kişiye saldırma, hayvan, canavar, karanlık, hırsız vb. …

30 Haziran 2024

Çocuğa sınır koyma noktasında her anne – baba zorlanıyor. Doğru zaman ve doğru yöntem konusunda çelişkilere düşüyorlar. Peki çocuğa nasıl sınır koymalı? Bu sorunun yanıtını Ekol Psikolojik ve Pedagojik Danışmanlık Merkezi Kurucusu Pedagog Özlem ÖZDEN TUNCA’nın yazısında bulabilirsiniz. Küçük çocukların çoğu, üstelik de ancak üç yaşından büyük olanlar için yetişkinlerin kurallarının, sınırlarının arkasındaki mantığı anlamak bir yana, günlük temel ihtiyaçlarla ilgili kuralları anlamak bile çok zor bir şeydir. Herhangi bir kurala neden uymak gerektiğini sorduklarında; ayrıntılı, bilgi içeriği fazla, ikna edici tutumla pek fazla ilgilenmezler. Onlar o anda neredeyse sadece verilen kuralın yeterince keskin olup olmadığını belirlemeye çalışırlar. “Yani aslında bunu gerçekten yapmak zorunda mıyım?” sorusunun keskinliğini ölçmek peşindedirler. Tutumumuz sürekli “Çocuğa ne zaman sınır koymalıyım?” şeklinde olduğunda “hayır”larımız artacak ve zamanla da etkisini yitirmeye başlayacaktır. Ayrıca çok küçük çocuklarda öğrenmenin temel unsurlarından biri olan keşfederek öğrenmenin önüne böylelikle bir engel de koymuş olacağız. Yaşı ne olursa olsun küçük çocuğunuz için, istemediğiniz bir davranış konusunda sınır koymak ve açıklama yapmak isteği içindeyseniz, kural ihlal edilmeden veya önerdiğiniz sonuçlar yerine getirildikten sonra bunu yapmanız daha uygun olur. Çünkü bunu o istemediğiniz davranış gerçekleşirken yaparsanız, çocuk tarafından sınırların test edilmesine olanak verir ve sınırların pazarlığa açık bir konu olduğu mesajını iletmiş olursunuz. Sınırların etkili bir şekilde belirlenmediği evlerde büyüyen çocuklar, sosyal ortamlara girmeye başladıklarından itibaren; reddedilmeler, çatışmalar ve olumsuz tepkilerle karşılaşırlar. Çocuklara dış dünya ile başarılı ilişkiler kurmaları için ihtiyaçları olan kesin mesajların verilmesi ve uygulanmasının sağlanması bu tür problemleri ortadan kaldıracaktır. ? Çocuklar onaylanabilir davranışlar gösterebilmek için, bizim beklentilerimiz konusunda net mesajlara ihtiyaç duyarlar. “Sınırlar …

30 Haziran 2024

3 – 4 yaşından sonra ortaya çıkan tırnak yeme davranışı altı aylık bir sürece rağmen devam ediyorsa bunun arkasında psikolojik etmenlerin yattığını düşünmek gerekiyor. Ekol Psikolojik Pedagojik Danışmanlık& Eğitim Merkezi’nden Özlem Özden Tunca “Çocuğun hareketlerinin kısıtlanması, aşırı baskıcı, otoriter bir anne baba tutumunun olması, çocuğun davranışlarının tasvip edilmemesi, kardeş kıskançlığı, çocuklar arasında ayrım yapılması, anne babanın yeterince ilgi ve sevgi göstermemesi tırnak yemenin nedenleri arasında sayılabilir.” diyerek konuyla ilgili merak edilenleri sizlerle paylaşıyor.bebek.com: Tırnak yeme davranışı en sık hangi yaşlarda görülmektedir?Özlem Özden Tunca: Tırnak yeme 3-4 yaşlarından önce genellikle görülmeyen bir davranıştır. Çocukların%33 ünde görülür. Çocuklarda ilk tırnak yeme 3-4 yaşlarında görülmeye başlar ama en sık görüldüğü yaşlar 7-8 yaşlarıdır. Onun da ötesinde ergenlik çağı çocuklarda en sık tırnak yenen dönemdir. Bu dönemde oran %45 e kadar yükselir.bebek.com: Çocuklar hangi sebeplerle tırnak yemeye başlarlar?Özlem Özden Tunca: 3-4 yaşında ortaya çıkan tırnak yemede çoğunlukla herhangi bir neden aranmaz. O yaşlarda görülen tırnak yemenin çoğunlukla model almayla, ailede biri tırnak yiyorsa onu taklit etme şeklinde ortaya çıktığı görülür. Fakat bu uzayan bir süreçse, bunun arkasında psikolojik etkenlerin yattığı düşünülebilir. Örneğin çocuğun hareketlerinin kısıtlanması, aşırı baskıcı, otoriter, kısıtlayan bir anne baba tutumunun olması, çocuğun davranışlarının çoğunlukla tasvip edilmemesi, kardeş kıskançlığı, çocuklar arasında ayrım yapılması, anne babanın yeterince ilgi ve sevgi göstermemesi ve çocuğun yanındaki geçimsizlikleri nedenler arasında sayılabilir.bebek.com: Tırnak yeme problemi cinsiyete göre farklılık gösterir mi?Özlem Özden Tunca: Özellikle ergenlik döneminde kız ve erkekler neredeyse eşit olarak tırnak yerler ama kız çocuklarda tırnak yemeye, erkek çocuklara göre biraz daha fazla rastlandığı biliniyor. Fakat cinsiyete göre çok farklılık gösterdiği tırnak yeme için …

30 Haziran 2024

Çalışan– çalışmayan pek çok anne, çocuklarını büyütürken bakıcılardan yardım alıyor. Bu konuda medyaya da yansıyan öyle fena haberler var ki, pek çoğumuz için çocuğumuzu dövmeyecek, evimizi soymayacak bir bakıcı “iyi bir bakıcı” demek... Peki aslında iyi bir bakıcı nasıl olmalı? Çocuğumuz bizden çok vakit geçirdiği bakıcısını “anne” yerine koyabilir mi? Yabancı bakıcılar mı yoksa yerli bakıcılar mı daha iyi? Kaç yaşından itibaren bakıcıdan yardım almalı, kaç yaşında bırakmalı? Yabancı bakıcılar çocukların farklı kültürlerle iç içe büyümesi ve yabancı düşmanlığı gibi olumsuz duygulardan arınması için faydalı mı yoksa kültür karmaşası yaşamalarına mı neden oluyor? Yuva mı, bakıcı mı daha iyi, bakıcılarla yetişen çocuklar daha mı şanslı? Bu konuda soru bitmez, aklınıza takılan ne varsa uzman isimlere ve tecrübeli annelere sorduk, işte farklı görüşler...‘Yatılı bakıcı çocuğa zarar, çocukla anne-baba ilgilenmeli’Uzman Psikolog ÖZLEM ÖZDEN TUNCAEĞER anne çalışıyorsa çocuk bakıcıya verilmeli, aslolan çocuğun anne tarafından bakılması ve büyütülmesidir. Çocuklar en fazla birinci dereceden aile büyükleri (babaanne-anneanne-hala-teyze) tarafından büyütülmeliler. Anne çalışıyorsa bile çocuğun 1,5 yaşından önce bir bakıcıya verilmemesi gerekir. Çocuk bakıcıya götürülmeyecek, bir akraba evine bırakılmayacak, bakacak kişi çocuğun evine gelecek, kendi evinde, kendi eşyalarıyla, kendi mekânında bakılacak. Bakıcı olsa bile çocuğun 1.5 yaşından itibaren okulların bünyelerinde olan veya bağımsız olarak açılan oyun gruplarına haftada birkaç saat ebeveyn veya bakıcı eşliğinde başlatılması yararlıdır. Çocuğun 3 yaşından itibaren hiçbir şekilde bakıcıya bırakılmadan bir okul öncesi eğitim kurumuna verilmesi daha uygun.Anne-baba eve geldiğinden itibaren, bakıcı yatılı bile olsa, çocuğun tüm fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarıyla ilgilenmelidir Hiçbir şekilde anne-baba evdeyken çocuğa bakıcı yemek yedirmeyecek,uyutmayacak, alt temizliğini yapmayacak, …

30 Haziran 2024

‘’ Hayata pozitif bakış açımız, bebeğimizin yaşamına olumlu başlaması ve sağlam bir kişilik geliştirmesi için ilk ve en önemli koşuldur. Tabii bunun dışında daha birçok faktör kişiliğin temel yapı taşlarını oluşturur. Çocuğumuzun kişilik özelliklerinin aslında o daha dünyaya gelmeden şekillenmeye başladığını söyleyen Uzman Psikolog Özlem Özden Tunca, anne-babalara bu konuda önemli ipuçları verdi.’’  Hepimiz çocuklarımızı farklı düşüncelerle dünyaya getiririz. Düşünce sürecimiz daha bebeğimiz vücudumuzda oluşmadan önce işlemeye başlar ve bu süreç bizi ebeveyn olarak tüm yaşantımız boyunca etkiler. Bu süreci anne-baba olmaya isteyerek karar verip vermememiz, yakın çevremizin bu olaya bakış açısı, eşimizle ilişkimizin niteliği, yaşadığımız kültürün getirdiği kalıp düşünceler, kendi çocukluğumuz, yaşımız, kişilik özelliklerimiz ve hatta yaşadığımız ülkenin ideolojik yapısı etkiler. Hepsi ve daha fazlası çocuğun kişiliğinin en temel yapı taşlarını oluşturmaya başlayan özelliklerdir.  Çocuğumuzun nasıl bir birey olacağı, yani kişilik özellikleri o daha dünyaya gelmeden şekillenmeye başlar. ‘’Anne kendini nasıl hissediyor, dışarıda yüksek sesli tartışmalar oluyor mu, baba anneye ne kadar şefkatli davranıyor, anne ve baba yakınlarıyla bebek hakkında ne konuşuyor, annenin duygusal ve sosyal yaşantısı ne kadar doyurucu?’’ KİŞİLİK GELİŞİMİ 0-6 YAŞ ARASINDA OLUŞUYOR  İnsanlar hayata, kendi soylarından miras bazı özelliklerle gelirler. Ancak asıl belirleyici olan bu genetik mirasın üzerine sonradan eklenenlerdir. Tüm hayatımız boyunca taşıyacağımız kişilik özelliklerimizin yüzde 70’lere varan bir oranda 0-6 yaş döneminde oluştuğu artık araştırmalarda da doğrulanmış bir gerçek. Geri kalan ve sonradan gelişen özelliklerimiz, 0-6 yaşta atılan temellerin üzerinde şekillenen özelliklerdir. Yetişkin bir birey olarak bizi biz yapan temel özelliklerimiz aslında çok küçük yaşlarımızda büyük ölçüde belirlenmiştir. İlk çocukluktan sonraki yaşantımızda olumsuz …

30 Haziran 2024

Kendi korkularınızı sözler ve davranışlarla onlara geçirebiliyor;bazen de bir başa çıkma yöntemi olarak ‘bilinçli korkutma’yı tercih ediyoruz. Oysa onlar, suni korkularla sindirilemeyecek kadar değerli… Kediden, köpekten, karanlıktan, yalnızlıktan belki de ölümden korkuyorsunuz. Sokakta korktuğunuz hayvanı görünce yolunuzu değiştiriyor, çığlık atıyor, karanlıkta uyuyamıyor, böceklere asla tahammül edemiyorsanız, evet ‘korkuyorsunuz.’ Bunu kabul de ediyorsunuz. Fakat işin ilginç yanı bu korkuları kendi çocuğunuzda gördüğünüzde şaşırıyor ve onun korkularıyla baş edebilmesi için çeşitli tekniklerde bulunuyorsunuz. Acaba siz korkmaya devam ettikçe onun bu korkudan kurtulması mümkün mü? Soruyu, Uzman Klinik Psikolog ve Pedagog Özlem Özden Tunca yanıtladı. Annelerin korkuları çocuklara genetik olarak geçer mi? Son yıllarda yapılan birçok araştırma korku ve stresin nesilden nesile aktarılabileceğini ortaya çıkardı. DNA’da oluşan kimyasal değişimler yoluyla bazı bilgiler biyolojik olarak ebeveynlerimizden bize miras kalıyor. Bu bilgiler içinde bir çok konunun yanı sıra korkular da bulunuyor. Araştırmalar, bir ebeveynin bebeğine hamile kalmadan önceki deneyimlerinin, sonraki nesillerin sınır sisteminin hem yapısını hem fonksiyonlarını önemli derecede etkilendiğini gösteriyor. Herhangi bir dış etken olmaksızın ortaya çıkan korkuların, bu genetik aktarımla ilgili olduğu düşünülüyor. Annenin kediden, köpekten ya da karanlıktan korktuğunu gören çocuk nasıl aynı korkuları yaşıyor? Anne ve/veya baba hatta evdeki bireylerden herhangi birinin korkusuna çocuk şahit olmuşsa, sadece bu olayı gözlemlediği için korku model alma yoluyla büyük bir olasılıkla çocuğa geçebiliyor. Gözlemlediği yetişkin, korkusunu, sadece sözel değil, bedensel tepkilerle de belli ettiyse çocuğun öğrenmesi ve aynı korku davranışlarını göstermesi çok olası bir sonuç. Bu şekilde oluşan korkular genetik olarak değil, model alma yoluyla oluşan korkulardır ki en çok da korkuların oluşma sebebi …